Türkiye ve Almanya’nın
enerji konusundaki sorunları birbirine çok benziyor. İki ülke de enerjide dışa
bağımlı, özellikle petrol ve doğalgazda. Almanya’da bu oran yüzde 60’ların,
Türkiye’de ise yüzde 70’lerin üzerinde. Sorunları benzer bu iki ülkenin çözüm
önerileri ise birbirinden hayli farklı. Almanya fosil ve nükleer enerjiden
vazgeçerek, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğini öne çıkarırken Türkiye
kömür ve nükleer enerjiye ağırlık veriyor, Almanya’nınkinden neredeyse taban
tabana zıt bir politika izliyor.
İki
ülkenin enerji politikaları arasındaki farkları anlamak, Almanya’nın enerji
dönüşümüyle ilgili bilgi kirliliğini gidermek için Heinrich Böll Stiftung
Derneği olarak Almanya’ya bir basın gezisi düzenledik. Türkiye’de yazılı basında
görev yapan dokuz gazeteciyi bu geziye davet ettik. “Energiewende” yani enerji
dönüşümünü bilim insanlarına, politikacılara, özel sektör ve sivil toplum
kuruluşları temsilcilerine sorduk. Federal Almanya’nın Çevre, Ekonomi ve Dışişleri
bakanlıklarını ziyaret ettik. Gezimizin son iki gününde ise Gorleben’de nükleer
atıkların bekletildiği geçici depoda ve kamuoyu baskısı nedeniyle çalıştırılmayan
nihai atık deposunda, bir tuz madeninde incelemelerde bulunduk. Gezi boyunca tartışmalı
konularda iki tarafı da dinlemeyi ihmal etmedik. Üç büyük partinin enerji ve
çevre konularındaki federal milletvekilleriyle görüşmelerde bulunduk. Almanya’nın
hedeflerini, bunları nasıl gerçekleştireceğini ve tartışmalı konuları birinci
elden öğrenme fırsatı yakaladık. Gezimizin sonuçları ve gazetecilerin yorumları
Türkiye kamuoyunda tartışıldı ve ilgiyle izlendi.
“Energiewende”
kavramı Almanya için yeni bir kavram değil. 1970’lerde nükleer enerji karşıtlarının
argümanlarında sıkça rastlanıyor. 1973’teki petrol krizi, enerji dönüşümünün
önemli bir parçası olan enerji verimliliği kavramını gündeme getiriyor ve bu
konuda ilk yasal düzenlemeler hayata geçiriliyor. Çernobil felaketi nükleer
enerjiyi iyice gözden düşürüyor. Rüzgâr ve güneş enerjisinde yaşanan
gelişmeler, enerji dönüşümünün sadece nükleer karşıtlarının bir fantezisi olmadığının
işaretlerini vermeye başlıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına alım garantisi
veren yasanın hayata geçirilmesi bir başka önemli dönüm noktası. Piyasada fosil
ve nükleer enerji kaynaklarına “kirletme hakkıyla” verilen gizli sübvansiyonların
yarattığı haksız rekabet bu yasayla bir anlamda gideriliyor. Yenilenebilir
enerji kaynakları çevreyi kirletmemenin ya da daha az kirletmenin ödülünü,
ürettikleri elektriğin belirli bir süre boyunca nispeten yüksek bir fiyattan
satın alınma garantisiyle alıyorlar. Bu da hem Ar-Ge çalışmalarını hem de
yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişimini sağlayan temel faktörlerden biri
oluyor. Bugün Almanya’da üretilen elektriğin dörtte biri yenilenebilir enerji
kaynaklarından sağlanıyor. 400 bine yakın insan yenilenebilir enerji alanında
çalışıyor. Daha da ilginci, ülkedeki yenilenebilir enerji kaynaklarının yüzde
40’ının özel kişilere, yüzde 11’inin de çiftçilere ait olması. Dev enerji şirketlerinin
enerji dönüşümüne sıcak bakmamasının bir nedeni de bu olsa gerek.
Fukuşima’daki
nükleer kazanın ardından Almanya’nın nükleer enerjiden vazgeçmesi de ülkede
“enerji dönüşümü” tartışmalarını hararetlendirdi. Fukuşima’dan hemen sonra,
Almanya sekiz nükleer reaktörünü kapattı ve kalan dokuz reaktörü de 2022’ye
kadar kapatma kararı aldı. Bu kararın alınmasında kamuoyu baskısı çok önemli
bir rol oynadı. Nükleer enerjiden vazgeçen Almanya, iklim değişikliğine neden
olan sera gazı emisyonlarını da azaltmaya devam ediyor. Enerji dönüşümü kapsamında
Almanya’nın 2050 yılı için belirlediği hedeflerden bazıları şunlar:
•
Elektrik tüketiminde yüzde 25’lik azalma (tasarruf ve verimlilikle) sağlanacak,
•
Elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payı yüzde 80 olacak,
•
Enerji tüketiminde yüzde 50 oranında azalma (tasarruf ve verimlilikle)
sağlanacak,
•
Enerji tüketiminin yüzde 60’ı yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanacak,
•
Ulaşım sektöründe nihai enerji tüketimi yüzde 40 oranında azalacak,
•
Binalarda ısınma amaçlı enerji tüketimi yüzde 80 oranında azaltılacak,
•
Sera gazı emisyonları 2050’ye gelindiğinde 1990’a göre yüze 80 oranında azaltılmış
olacak.
Almanya’ya
düzenlediğimiz basın gezisi sırasında yaptığımız görüşmeler sonucunda elde
ettiğimiz veriler yukarıdakilerle sınırlı değil. Türkiye’de çoğu zaman, iklim
değişikliğini önlemek için yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması
ve enerjinin verimli kullanılması büyümenin önünde duran bir engel gibi
gösteriliyor. Oysa Almanya’nın 1991’den bu yana yaşadığı deneyim bunun tam
tersini söylüyor. 1991-2011 yılları arasında Almanya’da gayri safi yurt içi hasıla
yüzde 27 oranında artış gösteriyor. Aynı süre zarfında, sera gazı emisyonuysa
yüzde 24 azalıyor. Bu da net bir şekilde gösteriyor ki, sera gazı emisyonlarını
azaltırken ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek mümkün. Her ülkenin farklı
koşullara sahip olduğunu da unutmamak gerek. Bu konu ziyaret ettiğimiz hükümet
yetkilileri tarafından sıkça dile getirildi. Türkiye bir enerji dönüşümü
gerçekleştirecekse haliyle buna kendisi karar verecek. Herkes bu konuda
hemfikir. Türkiye’de yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve iklim
değişikliği alanlarındaki bilgi kirliliği sanırım bu konudaki en büyük engel.
Umarız Almanya’ya düzenlediğimiz basın gezisi bu sorunun aşılmasına bir ölçüde
yardımcı olur.